Yağmurlu bir Viyana sabahında Budapeşte’ye gitmek üzere yola çıktık. Maalesef araba kiraladığımız yerde GPS kalmadığı için çareyi Ipad’e yüklediğimiz uygulamalarda buluyoruz. Aklınızda olsun artık neredeyse her şehrin bir mobil aplikasyonu var, şehri gezerken yardımı dokunabilir. Viyana’ya yaklaşık 45 dakika uzaklıktaki Pandorf Outlet’e uğruyoruz. Çok büyük bir açık hava outleti, Gucci, Prada, Michael Kors aklınıza gelen tüm lüks markaların outleti var. Fiyatlar %30 fark ediyor. Bizi pek tatmin etmiyor yola devam ediyoruz. Yaklaşık 3 saatin sonunda kaptan şoförümüz bizi güneşli Budapeşte’ye ulaştırıyor:)
P.S. Bu arada arabayla seyahat edecekler otobanı kullanabilmek için Vignette almaları gerektiğini unutmasınlar!
Bu sefer otel yerine şehrin tam göbeğinde bir daire kiralıyoruz. Mikrodalga, çatal bıçak, ütü gibi aklınıza ne geliyorsa bir evde olması gereken her şey var içinde. Eğer Budapeşte’ye gitme planları yapıyorsanız Town Hall Apartments‘ta kalmanızı önerebilirim, biz fazlaca memnun ayrıldık.
Hemen mahallemizde bir tura çıkıyoruz. Şirin kafeler, restoranlar, dükkanlar, vintage butikler… Bize Viyana’dan çok daha keyifli gözüküyor.
Yavaş yavaş güneş batmaya başlarken şehri Buda ve Peşte olarak ikiye bölen Tuna nehrini geçiyoruz ve Buda kalesine doğru yürümeye başlıyoruz. Tepeye fünikülerle ya da bacaklarınıza güveniyorsanız yürüyerek de çıkabiliyorsunuz. Yeri gelmişken hatırlatalım Macaristan, Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen para birimi hala forint (HUF). Bol sıfırlı sayılar sizi korkutmasın biz gittiğimizde parite 1 HUF=0.034 Euro civarındaydı. Kimi zaman TL’ye dönüştürmek kafa karıştırıcı olabiliyor, hemen telefondan hesap makinesiyle hesaplayabilirsiniz:) Neredeyse her yerde Euro geçiyor ama biraz daha yüksekten hesaplıyorlar aklınızda olsun.
Füniküler euro geçmeyen nadir yerlerden biri maalesef:) Bize de kaleye yürüyerek çıkmak düşüyor. Güneş batınca tepeye çıktığımıza değiyor ve bizi harika bir Budapeşte manzarası karşılıyor. Evet ben içinden deniz, nehir geçen şehirleri ve köprüleri çok seviyorum, belki bu yüzden Budapeşte’ye daha bir kanım ısınıyor.
Buda Kalesi’nden inişe geçerken makinemin şarjı bitiyor ve sizi çok keyifli akşam yemeğimizi gösteremiyorum ama betimleyebilirim:) Geleneksel Macar mutfağını tatmaya kararlıyız ve Şebnem’in araştırmaları sonucu bulduğu Spinoza Restoran‘ın bu deneyimimiz için en uygun mekan olduğunu düşünüyoruz. Hava kararmış ve bizim hiç takatimiz kalmamış, ama inatçıyız ve ısrarlıyız. Önce kayboluyoruz, sonra karanlık ve garip sokaklardan geçiyoruz, uzun uğraşlar sonunda varıyoruz, minik restoranımıza. İçeriden şen kahkahalar geliyor ve bir adam piyanonun başında neşeli şarkılar çalıyor. Evet diyoruz geldiğimize değiyor:) Budapeşte’ye giderseniz Spinoza’yı gidilecekler listenize ekleyin. Hem güleryüzlü servisinden hem de atmosferinden memnun kalacağınıza eminim.
Ertesi gün ise, tatilimizin en keyifli kahvaltılarından birini Cafe Gerbeaud‘da yapıyoruz. Meydandaki bu tarihi mekanda kruvasanlar, yağlar, kahveler, portakal suları eşliğinde güne hazırlanıyoruz. Yine gezilip görülecek çok yer var.
Önce Tuna nehri kıyısındaki 2. Dünya savaşı sırasında öldürülen Yahudiler anısına yapılmış anıt mezara gidiyoruz. Tarifsiz hisler içindeyiz. Anıt çok dokunaklı, vurulmadan önce ayakkabılarını çıkartmaları istenen kurbanları temsilen çeşit çeşit ayakkabılar duruyor nehrin kenarında…
Anıtın hemen ilerisindeki Parlamento binasını görmek için devam ediyoruz. Oldukça ihtişamlı gotik tarzdaki bina restore ediliyor ve etrafa büyük bir kaos hakim, bizdeki görüntüleri getiriyor aklıma.
Parlamento binasını geride bırakıp şehrin diğer ucundaki en meşhur termal havuz Szechenyi ve içinde bulunduğu park ve kaleyi görmek için yürümeye başlıyoruz. Şansımıza hava güzel ve her yer yürüme mesafesinde:)
Andrassy Caddesi’nin en sonunda sizi kocaman bir meydan karşlıyor, Heroes’ Square! İhtişamlı heykeller ve yanıbaşındaki Sanat müzesi…
Meydanı geçip parka girdiğinizde Vajdahunyad Kalesi’ni göreceksiniz. Normalde bir göletin ortasında bulunan kale, biz gittiğimizde boşaltılmış bir göletin ortasında duruyordu ve evet pek de hayal ettiğimiz gibi gözükmüyordu:)
Kaleyi de dolaştıktan sonra o çok merak ettiğimiz termal havuz Szechenyi’nin sarı binasını görüyoruz. Kapıdan girdiğinizde sizi buram buram hamam kokusu karşılıyor:) Okuduklarımızın aksine aşırı bir kalabalık yok.
Bere: Mudo, Sweatshirt: Asos, Tayt: H&M, Biker botlar: İnci (Yeni sezon)
Akşamüzeri şehir merkezine geri döndüğümüzde sıra alışveriş turuna geliyor:) Fashion Street diye bir caddeleri olduğunu ve bu cadde üzerinde bilindik tüm markaları bulabileceğinizi hatırlatıyım. Biz daha lokal şeyler peşindeyiz. Neyseki istediğimiz gibi dükkanlar buluyoruz, hem de kaldığımız yerin çok yakınında. Kiraly caddesi alışveriş ve kafeler için oldukça keyifli bir cadde. En çok el yapımı kapı süsleri ve yılbaşı süslemeleri dikkatimizi çekiyor.
Sokaklarda gezinirken bu sefer karşımıza 30 lokal tasarımcının ürünlerinin yer aldığı sevimli bir butik çıkıyor, Rododendron! Takılar, kıyafetler, posterler, çantalar, çizimler aklınıza ne geliyorsa… Çok keyif alıyoruz! Giderseniz uğramanız ve hediyelik almadan çıkamayağınız bir dükkan. www.rododendronart.com
Oldukça güzel anılarla ayrıldığımız Budapeşte’de sanırım en çok Tuna nehrinde tekne turuna katılamadığımıza üzülüyoruz ve Bratislava’ya doğru yola koyuluyoruz. Bu sefer yolculuğumuz kısa sürüyor. Bratislava ‘ya geldiğimizi büyük taş sosyalist düzenden kalma olduğu açıkça belli olan gri binalardan anlıyoruz. Şehir oldukça küçük. Arabamızı merkezdeki bir otoparka koyup önce meşhur caddesinde geziniyoruz. Hızlı adımlarla bitirip eski şehrin olduğu tarafa geçiyoruz. Meğer tüm olay zaten şehrün bu tarafındaymış. Yol boyunca güzel kafeler, dükkanlar, restoranlar görebilirsiniz.
Şehirde görmeniz gereken iki heykel var. Birincisi resimde gördüğünüz ve şehrin sembolü haline gelen Cumil heykeli, şehirdeki eski şehrin yeniden inşası anısına yapılmış. Diğeri ise meydanda görebileceğiniz Napolyon heykeli… O da 1805 yılında şehrin istilasını temsil ediyormuş.
Ve yine yemek zamanı:) Yine şehrin pek de turistik olmayan ama harika yemekleri olduğunu öğrendiğimiz restoranında alıyoruz soluğu, Prasna Basta. Yardımsever garsonumuz akıcı İngilizcesiyle bize lezzetli yemekler öneriyor. Ben tercihimi geyik etinden yana kullanıyorum. Bu garip yeraltı restoranında yöreye özgü şaraplarımızı da içip tatlılarının da tadına baktıktan sonra, Bratislava’yı terk etmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz.
Bratislava’yı da geride bırakıp Viyana’ya yani başladığımız yere geri dönüyoruz. Yol boyunca binlerce rüzgar tribünü bize eşlik ediyor.
O gün günlerden cumartesi ve Naschmarkt’taki bit pazarı hala açık! Bavullarımızı Mariahilfer caddesindeki minik otelimize bırakıp bitpazarına gidiyoruz. Sabahtan gitseydik eminim daha güzel şeyler bulurduk, etraf biraz dağılmış, yerlerde tezgahlar, bolca Türkçe konuşma… Anneme çok güzel porselen tabaklar buluyoruz, tam da istediği gibi incecik ve el yapımı. Tanesine 1 euro verip inanamayan gözlerle ayrılıyoruz.
Otele geri döndüğümüzde farkediyoruz ki her biri Viyana’nın semtlerinden, kafelerinden, tatlılarından, kahvelerinden esinlenilmiş isimli odalarından bizim şansımıza Naschmarkt düşmüş:)
Pazar sabahı, Viyana’daki son saatlerimiz. Artık dönmek istiyoruz, çok gezdik ama çok da yorulduk. Son bir gayretle tatilimizin son saatlerini geçirmek üzere Schönbrunn sarayına gidiyoruz. Hofburg Sarayı kışlık, Schönbrunn Sarayı ise yazlık saray olarak kullanılıyormuş. Fraz Josef ve Sisi’nin 1000 odalı sarayına göz atıyoruz. Sonra arkasındaki devasa bahçeye… Böylelikle Viyana turumuz da son buluyor. Belvedere Sarayı’na ise vaktimiz kalmıyor. Gustav Klimt’in meşhur Kiss tablosunu da belki başka bir Viyana seyahatinde görmek nasip olur…
Umarım siz de bu eğlenceli turumuzun ardından postlarımla bana yol arkadaşlığı etmekten keyif almışsınızdır:) Seyahat yazılarına uzun bir ara vericeğimi düşünürken sürpriz bir plan çıktı ve pazartesi Paris’e gidiyorum, en çok görmek istediğim şehre… L’oreal Paris’in yepyeni ürünleriyle tanışmaya gidiyorum. Siz de bu kısa seyahatimde beni yalnız bırakmayın, instagram ve twitter hesaplarımdan takip edin:)
Wowww diorum, gormeden sevdim hatta bayildim budapesteye!!!!!
Seyahat yazıların güzel ve bol resimler sayesinde cok keyifli. Paris maceranı dört gözle beklior olacagım
Evet sanırım ben de Budapeşte’ye bi daha gideceğim, genç ve çok hareketli bi şehir:) Keyif almana çok sevindim, Paris seyahati baya kısa olacak ama bol bol fotoğraf çekmeye çalışacağım:)
Parisi cok seveceksin eminim..Her anını fotografla, merakla beklior olacagım 🙂
Son postların cok seker hem gezi hem kombinler biarada
Teşekkür ediyorum. Ben de daha gitmeden çok seviceğimi hissediyorum:)
Budapestedeki holocaust aniti cok etkiledi beni :(( ilk defa gordum ve yuregim burkuldu. Ama anit mezar olarak belirtmen dogru mu acaba? Eger bir mezar yoksa, anit mezardan da bahsedilemez sanirim
Haklı olabilirsin, ama cesetler nehir tarafından sürüklendiği için bir mezarları yok maalesef, birkaç kaynakta da anıt mezar olarak belirtilmişti ben de o yüzden öyle kullandım.
Cok cok cok gez ki, cok cok cok okuyabilelim gezi yazilarini, xxx!!
Keşke daha çok gezebilsem, daha çok yazabilsem:)
Tekrar gidesim ayni yerlere bir de senin gozunle bakasim geldi. Kalemine saglik
Böyle şeyler duymak beni çok mutlu ediyor, teşekkürler!:)
Uyurken ki poz harika..war mi uzun yolda arka koseye kivrilip uyumak gibisi 🙂
Evet bünyem daha fazla etrafı izlemeye dayanamamış:)
Burada rehberlik yapan birisi olarak derim ki ‘Guzel Budapeste sanırım ancak bu kadar hos resımlerle ancak bu kadar kisa sekilde ozetlenebilinirdi.’ Herkesi bir gun Budapestede gorebilmek dilegi ile….
Yasam paylasildikca guzeldir.
Resimler super 🙂 Oralar kadar gidip estergon kalesinede cikmak isterim. Umarim seneye bunu yapacagim burdaki notlar cok yararli olacaktir o vakit
Tskler
Çektiğiniz resimleri çok beğendim 🙂
darısı başımıza